Yapay Zeka Fobisi: Makinelerle Dans Ederken Titreyen Toplum

19.12.2023

Yapay Zeka, Fobi, Teknoloji, Maruziyet, Psikoloji

Hayatlarımıza çok hızlı bir şekilde girmiş olan ve son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz yapay zekayı tam olarak ne kadar biliyoruz? Bazılarımız hızla ve merakla bu alandaki gelişmeleri takip etmeye çalışsa da bir kısmımız bu ilerlemeye yetişemediğini hissediyor ve bu durum bazen kaygı verici olabiliyor. Hissettiğimiz endişeler temelde yapay zekayı anlama, hızına yetişme, işte ve günlük hayatta yapay zekayı hayatımıza entegre etme konusunda hissettiğimiz yetersizlik duygusundan kaynaklanıyor. Devamında da işlerimizi kaybetme endişesi ve gelişmeleri kaçırma korkusu eşlik ediyor. Bu durum aslında yapay zekayı son birkaç yılın ürünü olarak görmemizden kaynaklanıyor olabilir.

Her ne kadar ChatGPT gibi robotlar ile hayatımıza girdiğini sanıyor olsak da aslında yapay zeka ile olan ilişkimiz çok daha eskilere dayanıyor. Mesela ilk olarak 1950'li yıllarda Alan Turing'in "Makineler Düşünebilir Mi?" sorusuyla makine öğrenmesi kavramının ortaya atılmasıyla bu konu tartışılmaya başlandı. Daha sonra Bilgisayar Bilimci ve Bilişsel Bilimci John McCarthy tarafından ilk kez "Yapay Zeka" terimi yapay zeka konferansı olan "Dartmouth Konferansı"nda 1956 yılında kullanıldı [1]. Ondan sonraki süreçlerde de kullandığımız birçok uygulama ile yapay zekayı hayatlarımıza dahil ettik ve ondan yararlandık. Öyle ki birçoğumuz için hayatımızın olmazsa olmazı haline geldi. Örneğin, eğlence seçimlerimizi belirlemek için YouTube, Netflix ve Spotify gibi platformlardan gelen algoritmik önerilere güveniyoruz. Benzer şekilde, görsellerimizi kategorilere ayırma konusunda Google Fotoğraflar'dan ve algoritmalarından yararlanıyoruz [2] . Kasım 2022 yılından beri ise içerik önerileri gibi belirli görevler için tasarlanmış geleneksel yapay zeka modellerinin aksine, ChatGPT gibi son teknoloji ürünü büyük dil modelleri birçoğumuzun dikkatini çekmeyi başardı. Sonuç olarak yapay zeka ile olan ilişkimizi yeniden değerlendirmemiz gerektiği noktasında birçoğumuz hemfikir olmaya başladık.


Yapay zeka alanındaki gelişmeleri merakla takip etmeye başlayan biri olarak bu ilişki kurma biçimlerimizin her zaman çok keyifli olmadığını itiraf etmek istiyorum. Nitekim yapılan çalışmalarda da "yapay zeka fobisi" kavramı ile karşılaştım [2a]. Fobi kavramı kişinin, belirli nesneler ya da durumlar karşısında duyduğu, kapıldığı baskılı, kaygılı, olağan olmayan, hastalık derecesinde güçlü korku anlamına geliyor [3]. Bu korkular yapay zekayı nasıl kullanacağımızı bilememe, iş dünyasında yapay zekanın yerimize geçmesi, geç kalmışlık hissi ve yaşanan gelişmelere yetişememe korkusu ile kendini gösteriyor. Özellikle yapay zekanın kuruluşlarda çalışan insanlara getirdiği zorlukların dört alana ayrıldığı çalışmada bu başlıklar; yapay zeka okuryazarlığı, yapay zekanın ikame edilebilirliği, yapay zekanın hesap verebilirliği ve yapay zekanın uygulanabilirliği olarak listelenmişti. Yazının hacmini arttırmamak için bu başlıkları tek tek açıklamayacağım fakat yapay zekaya yönelik korku ve kaygımızı yönetmenin imkanlarını tartışmakta yarar görüyorum.


Konuyu en başta tüm kişisel ve toplumsal sorunların çekirdeği olan maruziyet kavramı ile ele almakta yarar var. Bugün teknoloji önemli bir tüketim pazarı haline gelmiş durumda. İnsanların bilgisayar, telefon ve tabletlerin bir üst modeli çıktığında onları satın almak için uzun kuyruklar oluşturduğu görseller bir çoğumuza yabancı değil. Teknolojik aletlerin hep daha üst versiyonlarını kullanmak işlerimizi kolaylaştırmanın yanında aynı zamanda bir statü göstergesi de olmaya başladı. Bu sebeple teknoloji pazarlayan firmalar devamlı olarak teknolojiyi takip etmemiz, yeniliklere entegre olmamız, fırsatları kaçırmamız ve daha üretken olmamız konusunda fısıldıyor. Yetersizlik duygularımızı tetikleyen bir dil her geçen gün daha fazla kullanılıyor. Düne kadar hakkında pek fikir sahibi olmadığımız bir alan ile alakalı neredeyse her hafta yeni gelişmeleri duymaya başladık. Yapay zeka tanıtımları için kullanılan reklam dilleri de bu yöntemlere başvuruyor. Sadece hayret, merak, heyecan, umut duygularımız değil; endişe, kaygı, yetersizlik ve korku duygularımız da tetikleniyor. Bizler bir yapay zeka robotuna alışıp onu hayatımıza entegre etmeye çalışırken yeni bir versiyonu çıkıyor. Bizler metinlerimizi yapay zekaya yazdırmayı veya düzenlemeyi bile yeterince yapamıyorken ses, görüntü, belge yükleyeceğimiz onlarca yapay zeka aracı ortaya çıktı bile. En çok bildiğimiz ve maruz kaldığımız ChatGPT'ye rakipler çıktı ve hatta Google gibi bazı girişimler Gemini ile ChatGPT'yi geçtiğini iddia etti bile [4]. Birçok kurum ve kuruluş yapay zeka merkezli çalışma sistemine geçti veya geçmeye hazırlanıyor. Bu durum doğal olarak adapte olma konusunda bizleri tedirgin ediyor. Tüm bunların yanında yapay zekaya yönelik etik ve hukuksal sorular ve şüpheler de hızla tartışılmaya ve gündeme gelmeye başladı. Tüm bu hız ve hareketin içerisinde hissettiğimiz duygular anlaşılır. Çünkü yapay zekanın nereye gideceği, hayatımızın hangi noktalarını ne ölçüde değiştirip dönüştüreceği belirsiz ve insan belirsizlik karşısında kaygı duyan bir varlık. 


Peki bu durum karşısında neler yapabiliriz? Kişisel görüşüm henüz bir şeylere geç kalmadığımız yönünde. Yapay zeka uzun zamandır kullanılıyor olsa da birçoğumuz için çok yeni ve öğrenmek için ilgimizi çeken bir yerden başlamak için geç değil. Bunun yanında eğer yapay zekaya yönelik tavrımız bir fobiye dönüştü ise bununla baş etmek için belli stratejiler de araştırılıyor. Bunlardan en bilindik olanı: Mâruz kalmak. Yani basitçe korkularımızın üzerine gitmek. Bu da yapay zeka araçlarını olabildiğince analiz etmek, anlamak, adapte olmak ve günün sonunda yine kendi yararımız için kullanmak demek oluyor.


Bir psikolog olarak yapay zekanın ruh sağlığı alanında yapacağı devrimleri ben de merakla, heyecanla ve biraz da kaygıyla bekliyorum. Henüz çok az sayıda olsa da bu konuda yapılan araştırmalar her geçen gün giderek artıyor [5, 6, 7]. Yapay zeka terapist olabilir mi, belli başlı rahatsızlıklar yapay zeka destekli terapiler ile çözüme kavuşturulabilir mi, yeni gelişmelere bir uzman olarak ne ölçüde uyum sağlayabilir ve bu araçları verimli bir şekilde kullanabilirim gibi sorular benim de zihnimi kurcalayan sorular arasında. Fakat tüm bunların yanında yapay zekada ve herhangi bir teknolojik cihazda olmayan bir şeye sahip olduğumuzu da biliyorum: Ruh. Her ne kadar milyonlarca veri girişi sağlansa da, tonlarca bilgiyi anında karşılaştırıp sunsa da yapay zeka araçları ruh ve manadan yoksundur. Buradaki küçük ama önemli detayı fark ettiğimizde yapay zeka ile iş birliği içerisinde hareket etmek ve rutinleşmiş işleri yapay zekaya bırakıp yaratıcılık gerektiren durumlarda insani tarafımızı daha fazla geliştirecek imkanlar bulmak hala bizlerin elinde. 


*Toplumsal problemler hakkında yazmak istediğim bu yazı için ChatGPT'nin  2030 yılına kadar öngördüğü 30 önemli kolektif sorun içerisinde yer alan "yapay zekaya ve işsizilik" başlığından ilham aldım. 


Kaynakça